Anadolu Efes, bu yazın en sükseli transfer yapan takımlarından birisi.
Yerli pazarında, geçtiğimiz sezonun en parlayan isimlerinden Metecan, Buğrahan ve Sertaç, gelecek sezon Ergin Ataman’ın komutasında sahaya çıkacak.
İmzalanan yabancı oyuncular, kariyerleriyle kendilerini kanıtlamış isimler.
Anadolu Efes‘in bu sezon bir hayali var, yolculuk da 3 Ekim günü Cumhurbaşkanlığı Kupası için oynanacak maç ile birlikte resmen başlıyor.
Anadolu Efes koçu Ergin Ataman, bu sezonki takımın beklentilerinden oyuncu tercihlerine, yabancı sınırlamasından NBA hayaline kadar birçok konuda takımının medya gününde basının sorularını yanıtladı.
Belki elinizdeki oyuncu profillerinden, belki de son dönemde çalıştırdığınız takımlarda oyuncuların yaşadığı sakatlıklardan dolayı son yıllarda oluşan ‘Ergin Ataman dar rotasyonla oynamayı daha çok seviyor’ şeklinde bir düşünce var.
Fakat hatırladığım kadarıyla Anadolu Efes’te ikinci şampiyonluğun hemen ertesi yılında -sadece ligde- en fazla 25, en az 16 dakika alan tam 11 ana rotasyon oyuncusu vardı. EuroLeague kadrosu için daha farklı isimler de bulunuyordu. Bu seneki kadroya baktığımız zaman da ortada tüm Avrupa’nın en geniş rotasyonlarından birisi var. Sizce “Ergin Ataman dar rotasyonla oynamayı daha çok tercih eden bir koç” önermesi doğru mu?
EuroLeague’in değişen formatında maç sayısının artış göstermesi sebebiyle ve lig ile EuroLeague arasındaki yabancı sayısı farkı nedeniyle çok geniş bir kadro kurduk… Bu demek değil ki geniş bir rotasyon kullanacağız. Gün olur, bakarsınız bir maçta altı oyuncu kullanmışız.
Ben buna ‘NBA modeli’ diyorum. Bugün NBA’e baktığınız zaman, özellikle de playoff zamanında bazı oyuncular 48 dakikanın 40-41 dakikasını oynarlar. Ona inanan bir koçum. Oyuncuları oynatmak için oynatan birisi değilim. Ben her maçı ayrı düşünüp kazanmak için oynuyorum. Onun için bu geniş rotasyonu belki bazı maçlarda yine göremeyebilirsiniz ama geniş rotasyonu sezon boyunca basketbol severlerin göreceği kesin.
Farklı 12’ler olacak, farklı kadrolar olacak, çok farklı beşler olacak. Bir maçta 35 dakika oynayan oyuncu belki diğer maçta 10 dakika oynayacak. Bu da 80’e yakın maç oynama zorunluluğunun getirdiği bir kadro yapısı. Artık 7-8 kişilik bir rotasyonla yola çıkıp başarıyı getirmek bugünkü hedeflerde artık mümkün değil. Anadolu Efes’in bu sezonki hedefi çok yüksek, o nedenle böyle bir kadro oluşturduk.
Sezon başında alınan değiştirilen yabancı kuralı Anadolu Efes’i nasıl etkiledi?
Beş yabancı kuralı bizi olumsuz etkiledi. Ben en başından beri beş yabancı kuralının milli takıma çok büyük bir artı getirmeyeceğini, Avrupa’da oynayan kulüpleri de zedeleyeceğini söyledim. Bunu söyleme sebebim de şu; hafta sonunda ve hafta içinde lig ve Avrupa maçlarında farklı kadrolarla sahaya çıkacak olmanız oynamayacak olan oyuncuların konsantrasyonu, motivasyonu…
Bütün bunlar özellikle Avrupa için bir dezavantaj yaratacak. Diğer Türk oyunculara gelince de; bence 5 yabancı 7 Türk yerine, esas beş yabancı kuralının yerine bundan sonra Türk Milli Takımı’nda oynamayacak olan devşirme oyuncuların sahada yer almasına engel olunmalıydı. Benim şahsi fikrim bu şekilde.
Eskiden olduğu gibi 3+2 kuralı getirilebilirdi… En kötü ihtimalle 4+1 kuralı gibi, en azından bir tane Türk oyuncunun sahada olması…. Yalnız bu bahsettiğim Türk oyuncu da devşirme statüsünde olmayacak… Hatta buna bir yaş kategorisi de getirilebilirdi. 25-26 yaş altı bir tane Türk oyuncunun mutlaka sahada olması kuralı getirilseydi bu milli takım için ciddi bir kazanç olurdu ama beş yabancının aynı anda sahada olabilme durumundan dolayı bir takımın isterse 37’şer dakika ortalamayla beş oyuncuyu oynatacağını, Türk oyuncuların da 2-3 dakikalık gir-çık yaparak yabancı oyuncuları dinlendireceğini düşünüyorum.
Geçtiğimiz yıllarda da buna benzer olayları gördük. Altı yabancı kuralında da birçok takım maçlarını altı yabancı oyuncuyla oynuyordu, şimdi beş yabancıyla oynayacaklar. Ben bu kuralın milli takıma fayda sağlayacağını düşünmediğim gibi Avrupa kupalarında mücadele eden kulüpleri zor duruma düşürdüğünü, biz koçların kafasını karıştırdığını düşünüyorum. Yoksa ben hiçbir şekilde ‘yabancı oyuncular çok olsun, hep yabancı oyuncular oynasın’ demiyorum, bunun en başından beri karşısında olan benim. Bence Türk basketbolu açısından yanlış bir karar verildiğini düşünüyorum.
Sizce bu kuralın ideali ne olmalıydı? Söylediğiniz gibi 3+2 kuralına benzer bir format mı yoksa kulüplere verilen yerli oyuncu teşviğinin daha ciddi boyutlara ulaşması mı?
Tabii ki teşvikler daha ciddi boyutlarda olmalıydı. Siz şimdi 5 yabancı 7 Türk dediğiniz zaman, birçok takım 11-12. oyuncu olarak sırf orada oturtmak için kadrosuna Türk oyuncu almak durumunda kalıyor. Keza 3+2 veya 4+1 kuralından olsaydı, biz de genç oyuncularımız Yiğitcan’ı, Onuralp’i ana oyuncu olabilecekleri bir yere verebilirdik. Şimdi ben onları verirsem yedi Türk oyuncumu nasıl tamamlayacağım?
Benim buradaki düşüncem çok farklı, verim elde edilebilecek bir modeldi. Bana göre 7 veya 8 yabancı oyuncu sahaya çıkmalı fakat sahanın içerisinde oynayan bir Türk oyuncu olmalıydı. Bu neyi getirecekti? Hem en az bir Türk oyuncu oynayacaktı, hem de siz Türk oyuncuları benchte oturtacağınıza yabancı oyuncuları kendi aralarında değiştirecektiniz. Avrupa’da büyük hedefleri olan bir takım olarak, biz her maçta dört tane yabancı oyuncumuzu kadro dışında bırakmak zorunda kalacağız. O oyuncularımızı maç atmosferinden çıkaracağız. Bence yabancı sayısının altıdan beşe indirilmesi tamamen popülist bir yaklaşım olması. Böyle bir görüntü verildi… Bir değişiklik yapıldı ama ben bunun milli takımımıza ve kulüplerimize fayda getireceğini düşünmüyorum.
Kariyerinize başladığınız günden bugüne kadar hedefleri ve hayalleri yüksek biri oldunuz. Bu sezon takım kurulduğu anı düşündüğünüz zaman kadroya bakıp “Evet, bu takım şampiyon olmak için gerekli materyale sahip” cümlesini kullandınız mı?
Her takımla oynayabileceğimizi düşünüyoruz, bu çok önemli. Sezon başında kadroya baktığın zaman ve diğer takımlarla kıyasladığın zaman kendini aşağıda görmemek çok önemlidir. Onun için biz de en yukarıları hedefleyebileceğimizi düşünüyoruz ama daha bugünden ‘Anadolu Efes’in hedefi Final Four, Anadolu Efes’in hedefi ligde şampiyonluk’ diyemem.
Neden diyemem? Çünkü bugün EuroLeague’de 16 takımdan en az 12 tanesinin Anadolu Efes ayarında kadroya sahip olduğunu ve hepsinin şampiyonluk parolasıyla lige başladığını görüyoruz. O nedenle bizim için ilk etapta en gerçekçi hedef playoff’lara kalmak. Ondan sonrasının ne getireceği belli olmaz.
Geçen sezona baktığın zaman yedinci olan Zalgiris Kaunas, ikinci olan takımı eleyerek Final Four’a kaldı. Başlangıçta önemli olan ilk sekize girebilmek. Türkiye Ligi’nde baktığında iki sezondur final oynayamayan bir Anadolu Efes var… Karşısında son dört sezondur Final Four oynayan, iki sezon öncenin EuroLeague şampiyonu, son EuroLeague finalisti, son üç sezonun Türkiye şampiyonu Fenerbahçe gibi bir rakip var.
Onun için öncelikli hedef yeniden Anadolu Efes’i yeniden bir finalist takım haline getirmek. Tabii ki Efes çıktığı her finali kazanmak için oynar ama önce oraya gelmek lazım. EuroLeague’de Final Four’a gelebilmek için önce ilk sekize girmek lazım… Türkiye’de de şampiyonluğa ulaşabilmek için son üç sezondur gelemediğimiz finale gelmek lazım.
Bu yaz liglerimizde 4 takım A takım faaliyetlerini sonlandırdıklarını açıkladı. Belki önümüzdeki günlerde bir kulübümüz daha çekildiğini açıklayabilir… Ligi 15 takımla oynama ihtimalimiz mevcut. Ekonomik olarak böylesine sıkışık bir dönemde Anadolu Efes’in bütçesini arttırması takdire şayan. Siz yönetimle nasıl bir ahenk içerisinde çalışıyorsunuz?
Evet Türkiye’nin yaşamış olduğu bu kritik ekonomik şartlarda Anadolu Efes yönetimi çok ciddi bir fedakarlık yaptı. Çok takdir etmek gerekiyor çünkü sporun bir gerçeği var, üst düzey bir ligde oynuyorsanız rekabetçi olabilmek için o seviyelere çıkmalısınız.
Anadolu Efes aslında geçen yıla kadar çok daha kadar çok daha yüksek bütçeli kadrolarla yer aldı bu ligde ama bir önceki sezon bütçeyi daraltarak daha genç bir takımla oynama kararı vermişti. Ancak bunun EuroLeague için çok riskli olduğu geçen sezon görüldü ve bu ciddi bir demoralizasyon yarattı. Hem Anadolu Efes taraftarında hem de kulüp yönetiminde.
Bu sezon yaptığımız toplantılarda ben de bunu özellikle belirttim. Anadolu Efes, Avrupa’nın en önemli basketbol kulüplerinden biri ama sahada kulüp oynamıyor. Kadrolar, oyuncular oynuyor. Onun için de biz bütçede %25’lik bir artışa gittik. Buna rağmen transfer sezonunda bütçesini en iyi kullanan takımlardan biri olduğumuzu düşünüyorum. Sonuçta baktığınız zaman -her şeyi dahil ettiğinizde- toplam bütçemiz 20 milyon dolar.
12 milyon dolar kadar bir oyuncu bütçemiz var. Bu da diğer takımlara baktığınız zaman son derece normal, mütevazı bir bütçe. Yaptığımız analizlerde geçen sezon EuroLeague’e katılan takımların ortalama bütçesi 12 milyon euro, playoff’a kalan takımların ortalama bütçesi ise 17 milyon euro olduğunu gördük. Sabırla, çok iyi bir transfer politikası izlediğimizi düşünüyoruz. Ne kadar iyi yaptık ne kadar kötü yaptık onu da sezon içerisinde sahada göreceğiz. İstediğimiz birçok oyuncuyu transfer ettik ancak birkaç oyuncu için de imkanlarımız sınırlı kaldı.
Shane Larkin ile Rodrigue Beaubois, Baskonia’da birlikte oynadıkları dönemde çok uyumlu ve iyi bir performans ortaya koymuştu. İkilinin daha önce yakaladığı bu uyum bu arka alanı oluşturmanızda ne kadar etkili oldu?
Şimdi transfer ettiğimiz oyuncuların hem saha içi uyumu hem de saha dışı uyumuna dikkat ettik bu bir gerçek. Baktığımız zaman Larkin ve Beaubois, Fransa Milli Takımı’ndan Beaubois ve Moerman… Bunun gibi faktör olan birçok oyuncumuz var. Açıkçası bu iki oyuncunun bizi en çok etkileyen kısmı, senin de dediğin gibi EuroLeague’de geçtiğimiz yıllarda göstermiş oldukları performanstı. Yani Beaubois’in Baskonia’da iki sezondur performansının üstüne koyarak devam etmesi, Shane Larkin’in NBA’e gitmeden önce Baskonia’da çok iyi bir sezon geçirmesi bizim için etken oldu.
Burada en önemlisi oyuncuların birbirini tamamlayıcı olması. Bizim takımın en önemli özelliğinin birbirini tamamlayıcı oyunculardan kurulu olması olduğunu düşünüyorum. Ön tarafta Larkin ve Beaubois gibi hücum gücü yüksek oyuncular varken arka tarafta da EuroLeague’in blok kralı Dunston ve blok sıralamasında üçüncü sırada olan Tibor Pleiss var. Bunları ben takım kimyası felsefesiyle oluşturduğumuz bir kadro olarak görüyorum.
Yaz döneminde pivot rotasyonu için Stephane Lasme ile temaslarınız vardı…
Doğru. Benim eskiden tanıdığım iki oyuncu Stephane Lasme ve Tibor Pleiss… Pleiss’ın geçen sezondan kalan bir sakatlığı vardı. O nedenle öncelikle Lasme üzerine yoğunlaştık ama Lasme tercihini son anda Panathinaikos’tan yana kullandı ve biz de Tibor Pleiss’a yöneldik. Şu gerçeği de konuşmamız lazım, biz o bölge için ayırdığımız bütçe doğrultusunda bu isimlere yöneldik.
Bizim zaten o bölgede Bryant Dunston gibi bizim için çok önemli olan bir oyuncumuz var. O bölge için ayırdığımız 700-800 bin Euro gibi bir bütçemiz vardı. Stephane Lasme de o bütçe doğrultusunda öne çıkan isimlerden biriydi.
Baktığımız zaman Lasme ve Pleiss farklı profilde oyuncular değil mi?
İkisinin de ortak özelliği çember koruyucusu olmaları. Lasme atletizmi ve zamanlaması ile bu işi çok iyi yapan bir oyuncu, o da EuroCup’ın blok kralıydı.
Tibor Pleiss da bunu fiziğiyle, uzun kollarıyla ve 2.18’lik boyuyla yapan bir oyuncu. Bizim oradaki temel düşüncemiz savunma ağırlıklı bir oyuncu almak istememizdi.
Stimac’tan vazgeçip Pleiss’a geçme tercihimiz tamamen felsefeyle ilgili. Yoksa Stimac da etkileyici bir oyuncu ama biz daha çok potayı savunan bir oyuncuya gitmek istedik. Tabii Lasme dediğin gibi çok farklı bir oyuncu ama temel düşüncemiz potayı iyi savunacak bir oyuncu olmasıydı.
Oyun kurucularına saha içinde özgürlük vermeyi seven bir koç olarak Shane Larkin’in şimdiye kadar diğer oyun kurucularınızdan farkı nedir?
Çok süratli bir kere. Çok süratli bir şekilde adam eksilten bir oyuncu ve topa çok hakim. Sürat ve kontrolü bir arada yapan bir oyuncu gördüm ben Shane Larkin’de. Geçmişte de çok üst düzey oyun kurucularla çalıştım Naumoski, Carlos Arroyo gibi… Şimdi Shane Larkin farklı bir oyuncu.
Shane Larkin çok farklı bir oyuncu… Çok hızlı, oyunu iyi okuyabilen kendi skoru çok yüksek olan aynı zamanda asist özelliği üst düzey olan bir oyuncu. Larkin’in bir diğer özelliği de, 1.80’in altında kısa bir oyuncu olmasına rağmen savunma direncini ortaya koyan bir oyuncu olması. Bu da bizim kararımızda çok etkili oldu. Savunmada geri adım atmayan oyuncu.
Errick McCollum da çok müthiş bir hücum oyuncusu ama geçtiğimiz yıl özellikle savunma kısmında biraz sıkıntı yaşadık, o yüzden de bu sezon farklı bir modele geçtik. Bu modelde de Shane Larkin’in alınabilecek en iyi oyunculardan en iyisi olduğunu düşünüyorum.
NBA’de bir takımda çalışmak, orayı da tecrübe etmek istediğinizi duydum. Bunu ne zaman bir hedef olarak belirlediniz?
Başantrenörlüğe ilk başladığımda hedefim bir EuroLeague koçu olmaktı. Ben başantrenörlüğe Ankara’da, PTT’de başladım. İlk hayallerim Avrupa’nın en büyük kulüplerini ve Türkiye Milli Takımı’nı çalıştırmaktı. Bunların hepsini gerçekleştirdim. Avrupa’da iki büyük takım çalıştırdım, Montepaschi Siena ve Bologna. Türkiye’de bütün büyük kulüplerde antrenörlük yaptım, Ülker’de Anadolu Efes’te Galatasaray’da Beşiktaş’ta Türk Telekom’da Pınar Karşıyaka’da… Burada bir tek Fenerbahçe’yi ayırıyorum…
Baktığınız zaman Türkiye’de üç tane şampiyonluğum var. Beş tane Türkiye Kupası, Avrupa’da 3 tane kupam var. EuroLeague’de ise iki tane Final Four’um var. EuroLeague şampiyonluğu eksik, o doğru. İnşallah o da kısa dönemde olur. Buradaki en büyük hayalim, bunu Anadolu Efes ile gerçekleştirebilmek.
Biraz daha ileri gittiğim zaman Avrupa’daki hayallerimin birçoğunu gerçekleştirdiğimi görüyorum ve NBA’e baktığım zaman Sırp koçların, Sloven koçların, Hırvat koçların, İtalyan ve Yunan koçların NBA’de görev yaptığını görüyorum. Başantrenör olmasa bile birinci asistan koç olarak, ikinci asistan koç olarak… Türkiye’nin basketbolda geldiği noktayı göz önünde bulundurarak ve ben de bunun bir temsilcisi olarak ‘Ben neden oralarda olmayayım?’ diye düşünüyorum.
Böyle bir isteğim de var ancak bu nasıl gerçekleşir… Benim felsefemde şu vardır; önce hayal et, sonra çalış, ondan sonra gerçekleştir. Şu anda ben hayal ediyorum. Çalışma kısmında ise NBA’deki koçlarla ilişkilerime devam ediyorum. Geçen sezon iki ay boyunca birçok takımın antrenmanlarına katıldım. Başta Gregg Popovich, Ettore Messina, Steve Kerr olmak üzere birçok koçla ikili ilişki içerisinde oldum.
Bir Türk koçun oralarda olması gerekiyor, bunu ben gerçekleştirebilecek miyim bilmiyorum ama orada olmak gerekiyor. Artık Türklerin yerel alanda değil oralarda olması gerekiyor. Bu, bizi dünya basketbolunda da önemli bir yere getirecek. Baktığınız zaman NBA’e en çok basketbolcu ihraç eden ülkelerden biriyiz. Hep de başarılı oyuncular ihraç ediyoruz. Hidayet Türkoğlu ile başlayan sonrasında Mehmet Okur, Ersan İlyasova, şimdi Cedi Osman ve Furkan Korkmaz…. O zaman neden bir Türk koç da orada aktif bir rol almasın? Benim bir hayalim var, bakalım.
Dönem içinde de NBA’de koçluk yapmaya yönelik temaslar oldu mu? Düşünceniz nedir, iyi bir başantrenörün yanında da çalışabilir misiniz?
Gayet tabii. Siz burada Avrupa’nın en iyi koçu da olsanız orada kendinizi kabul ettirmeniz gerekiyor. NBA farklı bir ortam. NBA bir eğlence dünyası. Avrupa basketbolunun en iyi hocası bana göre Ettore Messina. Messina, Avrupa’dan ayrılmadan önce Avrupa basketbolunun bir numarasıydı. Şimdi gitti, NBA’de 6-7 sezondur asistan koçluk yapıyor ve doğru zamanı, doğru takımı bekliyor.
Onun için ‘Şimdi ben buradan giderim de NBA’de bir takım çalıştırırım’ demek imkansız. Bu ancak şöyle olur, ailenizden biri takım satın alırsa sizi de koç yapar (gülerek).
Onun dışında gidip orada kendini kabul ettirebilmek, orada çalışmak, illa baş antrenör olarak değil o atmosferin içerisinde aktif bir şekilde rol almak… Bu konuda temaslarım var. İlerde olur olmaz bilemiyorum ama beklentim var.
Ettore Messina çok ekstrem bir örnek değil mi? NBA’de bugüne kadar asistan koçluk yapmış, yapacak isimlere ve bunun yanında bu sezon başantrenör olarak da görev yapacak isimlere bakıyorum. Neven Spahija ve Fotis Katsikaris’ten daha iyi bir kariyere sahip olduğunuz bir gerçek. Igor Kokoskov neredeyse 15 yıldır NBA kadrolarının içinde yer alıyor. Geçtiğimiz sezonki Eurobasket macerası yaşanmasa belki onu orada göremeyebilirdik.
Siz burada büyük başarılar yakalamış bir isim olarak head coach olmasa dahi yardımcı antrenör olarak görev alacak iştahınız var mı?
Böyle bir niyetim var, bu bir gerçek ama farklı bir dünya orası. ‘Sen Avrupa’da çok başarılı bir antrenörsün, gel biz sana şu takımı verelim’ demiyorlar. İkili ilişkilerle, oradaki insanların sana güvenmesi, seninle aynı fikirde olması ile alakalı bir şey. Temaslarım var ama temaslarım sıcak ilişki şeklinde.
Yoksa şu an düşündüğüm tek şey çalıştırdığım takım, Anadolu Efes’le başarılı olmak. Bir taraftan da o temasları devam ettiriyorum. Kapalı olmamak gerekiyor, ‘Ben Türkiye’deyim… Bana ne NBA’den bana ne Avrupa basketbolundan’ dememek gerekiyor. Ben kariyerim boyunca hep böyle yaptım. Gerçekleştirebilir miyim bilmiyorum ama böyle bir hayalim var.
Kaynak: Eurohoops